Büyükannesinden duyduğu Sur’u yıkıntılar arasında görünce

Dedeleri 1920’lerde Diyarbakır’dan Yunanistan’a göç etti. Büyükannesinin memleket hikayeleriyle büyüdü. Hep Diyarbakır’a gitmek istedi ama gidemedi. Öğrenci olarak geldiği İsviçre’de, fotoğraf sergisinde geçici süreliğine çalışan Thalia Georgiadis, kendini tarihi Sur’un yıkıntıları arasında buldu.28 Mart günü Cenevre’de dünyanın değişik ülkelerinden belediye başkanlarının da katıldığı bir tören ile “Cenevre İnsan Hakları ve Kültürel Miras Sözleşmesi” imzalandı. Daha çok savaş bölgelerinde bulunan tarihi kentlerin korunup, geliştirilmesi ve bu kentlerle dayanışmayı öngören bu sözleşmenin imzalandığı gün, sözleşmeye öncülük eden Cenevre Belediyesi, Diyarbakır’ın Sur ilçesini konu edinen bir resim sergisinin açılışını yaptı.  7 Nisan tarihine kadar açık kalacak olan sergide, Sur ’un tarihi ve kültürel yapısının yanı sıra 2015 yılının Aralık ayından itibaren başlayan ve 105 gün süren sokağa çıkma yasağı ve askeri operasyonlar sonrası geldiği hal, resimlerle anlatılıyor.  Sergiyi şu ana kadar yüzlerce kişi ziyaret etti. Zaman zaman gururlandıran ve zaman zaman da hüzünlendiren resim sergisi, aynı zamanda son derece ilginç bir buluşmaya da vesile oldu.  

DİYARBAKIR’DAN ATİNA’YA UZANAN BİR YOLCULUK 

1920’li yılların sonuna doğru ülkede yaşanan karmaşadan dolayı Diyarbakır’dan İstanbul’a göç eden Efthalia ve Silêmanê Heci Reşid çifti, daha sonra buradan Yunanistan’ın Serres kentine, oradan da başkent Atina’ya göç eder. Buraya yerleşen aile, Georgiadis soyadını alır. Bir erkek çocukları olur ve ona Pavlos ismini verirler.  Yenilen yemekler, dinlenilen müzikler Geogiadis ailesinin geçmişiyle kalan tek bağları olur uzun yıllar boyunca. Baba Pavlos Geogiadis, tekstil işine girer ve bu meslek onu atalarının yaşadığı toprakları zaman zaman gezip, görmesine vesile olur. Her yolculuk sonrası ise, yeni hikayelerle döner evine.  Bir seferinde küçük kızı Thalia’yı da beraberinde İstanbul’a götürür. 16 yaşında İstanbul sokaklarında gezen Thalia, geçmişini keşfetmenin yolunun belki de bu kültürü daha yakından tanımakla mümkün olduğunu düşünerek, üniversitede seçmeli olarak Türk Dili ve Edebiyatı dersini seçer. Babasından ve büyükannesinden dinlediği hikayeler ve eski bir video kasette gördüğü viran olmuş Diyarbakır köylerine ait görüntüler, büyükannesinin doğup büyüdüğü topraklara yönelik merakını daha da körükler. Baba Pavlos de kızını bir gün Diyarbakır’a götürmeye söz verir, ama bu hiçbir zaman mümkün olmaz. İlk zamanlarda buradaki çatışma ve savaştan çekinen baba, daha sonra da kansere yenik düşer ve kızına verdiği sözü yerine getiremez.  Babasının ölümünden sonra Thalia, Paris’e gider ve burada medya ve iletişim eğitimi almaya başlar. Ardından Yunanistan’a dönen Thalia, bir süre sonra ise bu kez İsviçre’nin Fribourg Üniversitesi’nde ekonomi ve iletişim üzerine master yapmak için gelir. Bir yandan okula giden Thalia, diğer taraftan da okul masraflarını çıkarmak için küçük farklı işlerde çalışır.  

BİR TESADÜF 

Geçtiğimiz hafta Cenevre Belediyesi’nden aldığı bir e-mail ise, bir anda bütün anılarının tekrar canlanmasına neden olur. Bir fotoğraf sergisi için 5 günlüğüne sergi sorumlusunun yerine bakacak geçici bir eleman aranmaktadır ve Thalia’dan beş günlüğüne çalışmak isteyip, istemediğini sorulur. O da bunu kabul eder. Ancak son ana kadar serginin içeriğine dair hiçbir fikri olmayan Thalia iş başı yapmak için serginin açıldığı Forum Faubourg’a geldiğinde çok şaşırır. İçini tuhaf bir duygu kaplar. Çünkü sergi hep gitmek istediği ama bir türlü gidemediği Sur üzerinedir.  

‘KADININ GERÇEK KİMLİĞİNİ BUNLAR TEMSİL EDİYOR’ “

Bir an için geçmişe gittim. Tuhaf bir duygu. Hep gitmek istediğim, atalarımın geldiği bu kenti burada bir resim sergisinde gördüm” diyen Thalia Georgiadis, yok edilen ve yıkılan bir tarihi görünce biraz da öfkelendiğini söyledi.  Kendisine sürekli “Neden bunu yapsınlar, niçin bu tarih yok edilsin” diye sürekli sorular sorduğunu ve resimlerde gördüğü bu tablonun mantıklı açıklamasını bulamadığını belirten Georgiadis, “Resimlerde ellerinde kaleşnikoflarla kenti savunan kadınları görünce, aslında kapitalist modernitenin önümüze koyduğu, instagram’daki genç kadınlar veya televizyonda, sokaklarda gördüğümüz sistemin kadın modelinin değil, burada kendi kimliği ve kenti için direnenlerin kadının asıl kimliği olduğunu düşünmeye başladım. Buradaki tablo beni gerçekten de çok etkiledi” dedi. 

‘NEDEN YIKILDI?’ 

Georgiadis, ataları savaştan kaçsa da resimlerin kendisine o tarihten bu yana hiçbir şeyin değişmediğini gösterdiğini de ifade etti.  Georgiadis, şunları söyledi: “Nenem ve dedem çok detaylarını anlatmasalar da orada yaşananlardan dolayı kaçıp geldiler buralara. Şimdi sergideki fotoğraflara bakınca görüyorum ki o coğrafyada değişen bir şey olmamış. Tarih kendini tekrarlıyor. Ermeni katliamı ve sonrakiler. Aralarında benzerlikler görüyorum. Dedim ya soruyorum kendime ‘Bütün bu kentler neden yıkıldı?’ diye ama emin olun mantıklı bir yanıt bulamıyorum.”  

‘BABAM OLABİLİRDİ!’ 

Elinde tespih olan bir Diyarbakırlının fotoğrafına baktığında ise, bir an için ölen babasını düşündüğünü paylaşan Georgiadis, “Bu resme bakınca dedim ki, belki Diyarbakır’dan çıkmamış olsaydık. Babam da aynı bu resimdeki kişi gibi olacaktı. Elinde tespih, ince bıyıklar. Beni çok etkiledi. Kardeşime gönderdim ve ‘Gelmeseydik babamız belki de böyle biri olurdu’ dedim. Duygulanıp, ağladı” diye konuştu.  

‘BİR GÜN MUTLAKA GİDECEĞİM’ 

Diyarbakır’a bir gün mutlaka gideceğini söyleyen Georgiadis, “Babamın dileğini yerine ben getireceğim. Bütün bu gördüklerimden sonra oraya gitme, oradaki insanları tanıma, hikayelerini dinleme hırsım daha da perçinleşti. Bir gün mutlaka gideceğim” dedi.  

MA / Rüştü Demirkaya

3 Nisan 2018|

http://mezopotamyaajansi.org/search/content/view/19742?page=2?page=1&key=bd58e1762526a3293323d7cd0743af6f