
Prof. Dr. Corm: Türkiye’nin Kürt takıntısı negatif rol oynuyor
Rusya’nın Ortadoğu sahnesine dönüşünün uluslararası dengeleri değiştirdiğini söyleyen tarihçi-ekonomist Prof. Dr. George Corm, Türkiye’nin Kürt takıntısından dolayı negatif rol oynadığını kaydetti. Corm, Ortadoğu’da şiddet kültürünün olmadığını, Batı’nın şiddetinin olduğunu söyledi.
Kamuoyunda “Arap Baharı” olarak tanımlanan Arap dünyasındaki “ayaklanmalar” durulmuyor. Kendi ülkelerindeki otoriter rejimlere karşı başlayan halk isyanları zaman zaman farklı noktalara çekilse de bölgedeki mevcut gerçeği değiştirmiyor. Söz konusu ayaklanmaların Batı tarafından manipüle edildiğinin altını çizen Prof. Dr. George Corm, Ortadoğu barışının ancak NATO’yu bölgeden çıkarmakla mümkün olabileceğini düşünüyor. Ortadoğu’da bir medeniyet çatışmasından ziyade, Batı’nın sömürge politikalarının devam ettiği bir tablonun olduğunu kaydeden Corm, Rusya’nın Ortadoğu sahnesine dönüşünün bölgedeki dengeleri değiştirdiğini söyledi. Türkiye’nin Suriye başta olmak üzere bölge politikasında Kürt takıntısından dolayı bir sonuç alamadığını ifade eden Corm, ABD ile askeri anlamdaki ortaklıklarından dolayı Kürtlerle ilgili oluşan algının ilerde bir çatışmaya dönüşme ihtimalinin olmadığını vurguladı. Lübnan’da bir dönem Ekonomi Bakanı olan, çeşitli uluslararası kuruluşlarda danışmanlık yapan, şu an Lübnan’da Saint Josephe ve Amerikan üniversitelerinde ders veren ekonomist-tarihçi Prof. Dr. George Corm ile “Arap Baharı”ndan Suriye savaşına, Kürt ve Filistin meselesinden uluslararası güçlerin Ortadoğu politikalarına kadar birçok konuyu konuştuk.
Suriye’deki savaş ve “Arap Baharı”ndan başlayalım. Bir konferansınızda “Arap Baharı’nın sonbahara döndüğünü” söylemiştiniz. Bir « Arap Baharı » var mıydı? Nasıl “sonbahara” dönüştü?
Hayır, hiçbir zaman « Arap Baharı » demem. Çünkü bu, « Arap Baharı » kavramı, kendisini eski SSCB boyunduruğundan kurtarmaya çalışan Orta Avrupa olaylarından ithal ediliyor. Sürekli olarak « Arap İsyanları » (Révoltes arabes) derim. Suriye kendisini bu başkaldırılardan kurtaran devletlerden biridir. Şurası kesin ki; birçok hataları olan, aşırı otoriter bir rejim. Ama Arap dünyasındaki tek otoriter rejim değil. İlk söyleyeceğim bu. İkincisi, şurası açık ki; kendi temennilerini bir gerçeklik olarak varsayan Avrupalı güçler ve NATO, Suriye’nin dayanıklılığı ve gücü konusunda ciddi bir hata yaptılar. Devlet başkanının halk nezdinde çok da popüler olmadığını ve ham bir meyve gibi hemen düşeceğini sandılar. Bu da Suriye’de olanlar konusunda tam olarak bir cehaletin söz konusu olduğunun ispatıdır. Evet, kendi istem ve arzularını bir gerçeklik olarak ele aldılar. Yanlış bir hesap yaptılar ve bir rejimi yıkmak için terör organizasyonunu harekete geçirmek de dahil bütün her şeyi harekete geçirdiler. Öyle ki ABD ve Fransa büyükelçileri dahi on yıllarca rejim karşıtı muhalefetin kalesi olan Hama ’da sokaklara inip eylemlere katıldılar.
İç dinamiklerden ziyade dışarıdan bir müdahale mi?
Öncelikle şunu söylemek isterim: Birçok arkadaşımın Arap ayaklanmalarının ABD’nin bir manipülasyonunun sonucu olduğu tezine katılmıyorum. Amerikalılar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, Umman Sultanlığından Moritanya’ya kadar uzanan bir coğrafyada milyonlarca insanı yürütemez ki; bu insanlar kendi ülkeleri için, özgürlük talepleri için ve onurları için sokaklara döküldü. Bu yüzden Arap dünyasındaki genel bir isyan hareketiydi, gerçek ve büyük bir isyan. Fakat Arap dünyasında bir isyan nasıl kırılır? Oraya Müslüman Kardeşleri göndererek… İç dinamikler olarak, Suriye’nin büyük kentlerinde rejim lehine büyük kitlesel yürüyüşler, eylemler yapıldı. Buna karşın Suriye’nin kırsal kesiminde, köylerinde kuraklıktan dolayı yaşanan memnuniyetsizlik ve huzursuzluk vardı ve devlet başkanı batıyı memnun etmek için Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) önerilerini takip edip, o zamana kadar rejimin büyük desteği olan köylülere yönelik sübvansiyonları kaldırdı. Burada rejim büyük bir hata yaptı, ama bu halkın gerçekten de rejimden kurtulmasını isteyecek düzeyde değildi. Nitekim tıpkı bu türden rejimler gibi, Suriye rejimi de sosyal güvenceyi, bedava eğitimi güvence altına aldı… Bu yüzden başkaldırmaya neden olacak büyük sebepler yoktu. Sınır bölgelerindeki küçük kasabalarda utangaç protestolar gerçekleşti. Bu, güneydeki Dera’da başladı, Ürdün sınırında ve sonra Lübnan Trablus’a yakın yerlerde. Buradan rejime karşı çok hızlı bir şekilde büyük çapta İslamcı savaşçı gönderen Lübnan sınırına geliyorsunuz. Ve sonra gelecek mülteciler için çadırların hazırlanmış olduğu Türkiye sınırına geliyorsunuz, ancak bu çadırları boş kalıyordu. Çünkü insanlar köylerini terk etmiyorlardı.
Müslüman Kardeşler ve Vehhabîlik’den bahsetmişken biraz bunu detaylandırmanızı istiyorum. Çünkü sürekli olarak bunlardan bahsediyoruz ama kim bunlar? Bölgede bunları temsil eden güçler kim?
ABD desteği ile Suudi Arabistan, Filistin’de Siyonist işgalin önlenmesi için değil, Afganistan’a, Vietnam’daki yenilgiden dolayı travmaya uğramış ABD’nin hesabına savaşacak binlerce savaşçının gönderilmesinde yardımcı oldu. Tam da bu zaman Usame Bin Ladin CIA tarafından işe alındı.
Müslüman Kardeşler cemiyeti, Vehhabî devletinin kurulduğu zaman kuruldu. Vehhabîlik, Osmanlı ve Mısır tarafından ortaya çıktığı 18. yüzyıldan itibaren Arap yarımadasında ortaya çıkan ve İslam tarafından mahkûm edilmiş bir sapkınlıktır. Vehhabîlik, dünyayı zorla İslamlaştırmayı kendine hedef bellemiştir ve İslam tarafından bu anlayış her tarafta bir sapkınlık olarak mahkûm edilmiş, kınanmıştır. Açıkça görüldüğü üzere muazzam petrol zenginlikleri ve ABD desteği ile Suudi Arabistan, Filistin’de Siyonist işgalin önlenmesi için değil, Afganistan’a, Vietnam’daki yenilgiden dolayı travmaya uğramış ABD’nin hesabına savaşacak binlerce savaşçının gönderilmesinde yardımcı oldu. Tam da bu zaman Usame Bin Ladin CIA tarafından işe alındı. Bunları Batı, Suudilerle, Katar ve Şeyh Yusuf al-Qaradâwî ile birlikte yarattı… Al Jazeera kanalı mesela, sanki büyük bir tesadüfmüş gibi Laden’in kasetleri Katar’daki Al Jazeera kanalına geldi. Katar’da çok büyük bir Amerikan askeri üssü bulunmakta ve bunlar Ladin’in izini sürecek yetenekte değillerdi!
DAİŞ bu tabloda nerede alıyor?
Öncelikle şunu belirtmek lazım ki DAİŞ İslam karşıtı bir harekettir. Bazı şeyleri anlamak için Vehhabîliğin tarihine bakmak gerekiyor. Vehhabîlik İslam’daki en büyük sapkınlıktır. Fakat orada petrol olduğu için kimse bunu söylemiyor. Osmanlı sultanları 19 yüzyılda Arabistan’a bunları bitirmek, durdurmak için birlikler gönderdi. Mısır Paşası Muhammed Ali (Mehmet Ali Paşa -RD-) Vehhabîzmi bitirmek için kendi oğlunu gönderdi. Vehhabîzme petrol keşfedilene dek bir sapkınlık olarak değerlendiriliyordu, başka bir şey değil.
Arap ayaklanmalarından bahsederken, “İslamcıların yararına yönlendirildiğini” belirtiyorsunuz bir kitabınızda. Bunu biraz açar mısınız?
Ama bu CIA’nın soğuk savaştan beri uyguladığı bir politika. Bu hiç değişmedi. Soğuk savaş bitti, fakat bu politika devam ediyor. Binlerce Arap paralı askerleri, Afganistan’da savaşması için harekete geçirildi. Niçin Araplar, Vietnam yenilgisinin travmasını yaşadığı için birliklerini sahaya göndermeyen ABD hesabına paralı asker olarak gidip Afganistan’da savaşsın ki? Afganistan’da Sovyet yanlısı bir rejim vardı, çok büyük ilerlemeler kaydetmişti kadın hakları alanında, eğitim alanında, ekonomik gelişim alanında… Ve bu Amerika’nın istemediği bir şeydi. Afganistan’ın Sovyet yörüngesinden çıkmasını istiyordu.
Bölgede herkes “dış güçlerin müdahalesine” karşı gibi, ama nasıl oluyor da her defasında bu güçler buraya gelmenin bir zeminini buluyor?
Hayır, herkes karşı değil. Suudi Arabistan’ın başını çektiği, Arap yarımadasındaki devletler her zaman Amerika’nın kendilerini koruması arayışındalar. Ayrıca ABD’nin 2003’teki yalan-yanlış bahanelerle yapmış olduğu Irak işgalini unutuyorsunuz. Suriye’ye yönelik tehditlerden ve daha sonra o ülkedeki terörist hareketlere verdiği desteklerden bahsetmiyorum bile. Her yerde Suudi Arabistan’ın kurulduğu zaman kurulan, hazırlanmış ayrıcalıklı enstrümanları var. Bunlar Müslüman Kardeşler’dir. Kim tarafından bunlar bu şekilde kuruldu? Bununla gurur duyuyorlar. Hasan El Benna ve şirket! Ortadoğu’da mümkün olmayan bu karmaşayı, düzensizliği kim yarattı? Bununla gurur duyuyorlar. Bay Brezinski’den bayan Clinton’a… Amerikalılar çok konuşkan, ne yaptıklarını söylüyorlar. Fakat Amerikalıları sevenler, Amerikan siyasetinin bu yönlerini ve bu politikalarını görmemeyi tercih ediyorlar.
Suriye’ye dönersek buradaki hareketler de dışarıdan doğru organize edilmiş bir hareket…
Çok iyi organize olmuş bir hareket! NATO güçleri tarafından ve özellikle de Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından. Türkiye, NATO’nun çok önemli bir üyesi ve Esad’ın derisini almaya yemin etti.
Çok iyi organize olmuş bir hareket! NATO güçleri tarafından ve özellikle de Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından. Türkiye, NATO’nun çok önemli bir üyesi ve Esad’ın derisini almaya yemin etti. Hatırlatmak lazım ki birkaç yıl öncesinde, sanıyorum 2007’de bu iki devlet arasında (Suriye ve Türkiye) arasında serbest ticaret antlaşması imzalanmıştı.
Çok iyi arkadaştılar önceden.
Evet, kesinlikle.
Ne oldu da bu durum değişti?
Erdoğan’a sormak lazım! Suriye’de, özellikle de kontrol etmek istediği Kürt bölgelerinde, bölgesel emelleri olduğunu düşünüyorum. Kürt karşıtı takıntısına mantıklı geliyor. Onun için Suriye’deki Kürt hareketini kontrol etmek gerekliydi. Bunun için Fırat Nehri boyunca Suriye-Türkiye sınırının tamamını kontrol etmek istedi. Erdoğan’ın politikasını okumak zor değil. Ayrıca Halep’teki bütün fabrikaları yağmaladı. Sınırın önemli bir kısmını kontrol etmek üzere, fakat şimdi, Suriye ve Irak orduları arasındaki çok iyi olan koordinasyon Türk hırsına sorun çıkaracağından Erdoğan buna karşı çıkıyor.
Suriye’de DAİŞ’in kontrol ettiği toprak kalmadı. Bundan sonrası Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
DAİŞ’in bittiğini kim söyledi? DAİŞ güçlü bir biçimde manipüle edilmiş bir canavar, bir teröristtir. Güzel bir günde Bağdadi, Musul’da kendini bize halife olarak ilan etti. Nereden çıktı bu? Çok açık ve net olarak ortada olan bir şey var ki o da bu Amerika’nın bir müşterisidir. Başka türlü bunu ciddiye almak sınırsız bir saflıktan başka bir şey değildir. Unutmamak gerekiyor ki Batılılar Arap dünyasına istedikleri zaman ve istedikleri biçimde girip çıkıyorlar. Suriye’nin geleceği meselesine dair olarak da, bilim kurgu yapmak istemiyorum. Ama bugün Suriye’deki durumun en büyük hakemi Vladimir Putin’dir. Soruyu belki de ona sormak lazım.
Putin’i büyük bir hakem olarak nitelendirdiniz. Rusya’nın bölge politikalarını nasıl görüyorsunuz?
Suriye rejimine İslamcı isyancıların eline geçmiş topraklarını geri alması noktasında yardım etti. Bu oldukça dikkat çekicidir. Rusya kendini dayattı, çünkü Suriye dramının bütün aktörleriyle konuşuyor: ABD, İran, Suudi Arabistan, İsrail. Suriye’ye asgari düzeyde bir düzen ve angajman kurallarını getirmeyi başardı. Rusya aynı zamanda Suriye’de, özellikle Kürt hareketini kontrol etmek ve engellemek için çok negatif bir rol oynayan Türkiye’yle de konuşuyor.
Ortadoğu’daki bu jeopolitik hesapları nasıl yorumluyoruz?
Yeni Ortadoğu, İsrail’in bölgeyi en küçük parçalarına bölerek, hiçbir bölge devletinin İsrail’in güvenliğini tehdit edemeyecek şekilde parçalara bölünmesidir. Şimdi Amerikalılar için yeni Ortadoğu’nun ne olduğunu biliyoruz. Bu uzun zaman bir sis perdesinin arkasındaydı. Yeni Ortadoğu nedir? Aslında bugün bu çok açık.
Yeni Ortadoğu, İsrail’in bölgeyi en küçük parçalarına bölerek, hiçbir bölge devletinin İsrail’in güvenliğini tehdit edemeyecek şekilde parçalara bölünmesidir. Dolayısıyla Batılı devletlerin Suriye’yi yok etmekteki güçlü istekti. Aynı istek Kaddafi’yi öldürerek, Libya’yı yok etmede de kendini gösterdi. Ki Kaddafi Sarkozy’nin seçim kampanyasına maddi destek sağlamıştı. Yine aynı şekilde Afrika Güney Sahra, Batılı devletlere daha az bağımlı olması için devletlere yardım ediyordu. Yani “Yeni Ortadoğu” İsrail’in güvenliği için Arap dünyasının Sykes-Picot Anlaşması’na göre etnik ve dini küçük parçalar olarak yeniden organize edilmesidir.
Son yıllarda Fransa ön plana çıkmaya başladı, diğer Avrupa ülkeleri içinde. Fransa ve ABD’yi Ortadoğu’daki politikaları konusunda ayrı ayrı mı ele almak gerekiyor?
Bu iki güç de bölgeyi yeniden köleleştirmek istiyor. Eğer Batı’nın işgallerinin bir bilançosunu yaparsanız, yalan yanlış suçlamalarla 2003’te yapılan Irak işgaliyle başlarsak şayet, Ortadoğu’da Batı tarafından insanlığa karşı işlenen suçların bir listesi. Liste çok uzun oluyor. Ve sonra demokrasinin işleyişini sorgulayabilirdik. Eğer demokratlar benim batının ölçüsüzlüğü olarak tanımladığım, yani aşırı güç kullanımı konusuyla ilgili değillerse o zaman demokrasi sadece demokratik devletlerin kendi sınırlarının içindekileriyle sınırlıdır anlamına gelir. Bu suçlar Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ni çalışma kapsamına giriyor. Bundan dolayıdır ki ABD Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin üyesi değil. İnsan Hakları Konseyi ise Batı’nın etkisi altında. İnsancıl hukuk iç hukuka müdahale için bir gerekçe olarak kullanılıyor. Çünkü korkunç katliamların yaşandığı o kadar çok yer var ki bu dünyada kimse oralardan bahsetmiyor bile. Bir hukukçu olarak uluslararası insancıl hukuk olarak ifade edebileceğimiz bir hukuk yok. Mesela mültecilerin korunmasına dair sözleşmeler var. Fakat orada da hukuk Batılı devletlere uygulanmıyor. Ve Sahra’dan, Suriye’den, Irak’tan, Kürdistan’dan Akdeniz’i geçmeye çalışanların yarısı ölüyor ve biz buna müsaade ediyoruz. Nerede bu insancıl hukuk, insanlık? Ben çok iyi göremiyorum. Uluslararası mahkemeler Batılı uluslararası güçler için değil, Batı’nın etkisine karşı duran devletlere saldırmak içindir.
Yani uluslararası hukuktan bahsedenler bu hukuktan doğan sorumluluklarını yerine getirmiyorlar mı?
Bernant Kouchner ya da Bernard Herny Levy gibi kişilerden bahsediyorum. İnsani bir sorunu skandal bir şekilde manipüle edenlerden. Ama Batı’da aynı zamanda farklı önemli insanlar da var. Örneğin Fransa’nın Birleşmiş Milletler Temsilcisi, ölümünden kısa bir süre önce “Öfkelenin!” diye yazan Stéphane Hessel gibi. Ya da Amerika’da Noam Chomsky ve Kanadalı büyük gazeteci Naomi Klein gibi. Batıda bunun gibi uluslararası adalet için çarpıcı işler yapmış çok kişi de var. İsraillin politikalarını ret eden anti-Siyonist Yahudiler de vardır. Batılı devletlerin söylemlerinde “insani meseleler” gibi ifadeler, silahlı yağma ve işgalin gerekçelerini yaratmak için kullandıkları şeylerdir. İnsani yardım adı altında yapılan sömürgecilik hakkında Jacques Bricmont’un çok güzel bir kitabı var.
Mülteciler ile ilgili tartışmaları da bu çerçevede mi okumak gerekiyor?
Aslında bu konuda Merkel’in önünde şapka çıkarmak lazım. Çok sayıda Suriyeli mülteciyi kabul etti. Tabii parantez içinde hatırlatmak lazım ki Almanya’nın ciddi bir işgücü ihtiyacı da var. Ama yine de Almanya Şansölyesinin bu tavrı popülaritesine mal oldu. Bunun ötesinde, İslam karşıtı, beyaz ırkçılıkla kesintisiz yürütülen bir uygarlık savaşının olduğu bir atmosfer var. Tabii yine hatırlatayım ki İslam deyince herkesin zaten mücadele etmesi gereken Vehhabîzm’den bahsetmiyorum. Bugün çarpıcı bir biçimdeki hoşgörü yanı olan İslam’ı Vehhabîzm’den arındırmak gerekiyor.
Ortadoğu’da her şeyin iç içe geçtiği karmaşık bir yapı var gibi bir durum, tablo çıkıyor ortaya…
Hayır, bu karmaşık değil. Batı medyası her şeyi basitleştirmeyi seviyor. Her şeyi siyah veya beyaz olarak gösteriyor. Bir devlet NATO’ya eyvallah demeyen bir dış politika çizgisi izlediğinde, Suriye’de olduğu gibi, ona karşı bir medya savaşı verilir. Bu nedenle medya da bu savaşta önemli bir rol aldı. Sadece yalan haberleri düşünmek bile yeterli. Bu durum bu savaş esnasında yoğun bir biçimde geliştirildi.
Kürtlerin durumuna gelirsek; Kürtlerin Suriye’nin geleceğindeki yerini nasıl görüyorsunuz? Kürtlerin Uluslararası Koalisyonla yaptığı askeri iş birliği gelecekte burada bir sorun yaratacak mı?
Evet, bu gerçek bir sorun. Kürtler kendi içinde çok farklı gruplara ayrılmış durumdalar. Sürekli bir biçimde Amerika veya İsrail’in etkisini altında kalmaya itildiler. Ki bu durum Arap dünyasında çok iyi bir etki bırakmadı. Bence öncelikle tekrar bir güven ortamını yaratmak gerekiyor. Ama eğer mesela Saddam Hüseyin örneğine bakarsak, şok edici olabilir ama Saddam’ın Kürtlere yerel bir meclis verdi, Kürtlerin dilini kullanmasına izin verdi. Ne zaman ki Kürtler Musul’daki petrol zenginliklerini sadece kendileri için istediklerinde sorun başladı.
Halepçe’yi nasıl açıklayacaksınız?
Halepçe korkunç bir katliam, insanlığa karşı bir suç.
Tekrar Suriye’ye dönersek, “birlikte bir yaşam” mümkün mü?
Bizler Avrupa sömürgeciliği ve emperyalizm gelmeden önce her zaman barış içinde yaşayan topluluklardık. Sorunsuz bir şekilde yaşadık. Şunun farkına varmak gerekiyor, dış güçler tarafından manipüle edildik.
Suriye, farklı etnik ve dini azınlıkların birlikte yaşadığı çarpıcı bir örnekti (Lübnan da öyle). Türkiye’de de aynı durum var. Erdoğan Kürt bakanlarının ve milletvekillerinin olduğunu söylüyor, “Daha fazla ne istiyorsunuz?” diyor. Suriye’de uzun bir dönem birçok Kürdün kimliği bile yoktu, bir Kürt olarak varlıkları yoktu, ya da politik hakları. Kürtlerin bir bölümü vatandaşlığa sahipti. Bir kısmı ise görmezden gelinen tarihsel nedenlerden dolayı vatandaşlığa sahip değillerdi. Cezayir’deki Kabiller ve Amazighler (Berberi –RD-) genel olarak aynı durumdalar. Kuveyt’te büyük bir kısmı vatandaş olmayan bir durum var. Onları “Bidoun” olarak çağırıyorlar. Yani vatandaşlığı olmayanlar. Sonuç olarak, bizler Avrupa sömürgeciliği ve emperyalizm gelmeden önce her zaman barış içinde yaşayan topluluklardık. Sorunsuz bir şekilde yaşadık. Şunun farkına varmak gerekiyor, dış güçler tarafından manipüle edildik.
Yani dış güçler karışmazsa birlikte yaşamanın her zaman için mümkün olduğuna inanıyorsunuz.
Hayır, öncelikle bizi ayıran şeylerden sürekli olarak bahsetmektense, geçmişte, sömürgeciler gelmeden önce, yüzyıllar boyunca nasıl beraber yaşadığımızı hatırlamak lazım. Biliyor musunuz İber Yarımadası’nı ilk fetheden bir Arap değil bir Berberi…
Bazı çevreler ABD’nin bölgeden çekilmesi ardından bir Arap-Kürt çatışması tehlikesinden bahsediyor. Gerçekten böyle bir tehlike var mı?
Kişisel olarak böyle bir şeye bir kere olsun bile inanmam. Tekrar söylediğime döneyim, Batılılar gelmeden önce çok büyük problemler olmadan beraber yaşıyorduk. Var olabilecek anlaşmazlıklar özellikle su olmak üzere mevcut kaynaklara erişim konusundaki rekabetlerden kaynaklanıyordu. Daha önce hep olduğu gibi tekrar beraber yaşamak için yabancıların etkisinden kurtulmak, çıkmak gerekiyor. Bugün de az çok Kuzey Afrika’da, Kabiliyeler (Kuzeydoğu Cezayir’de yaşayan Berberi bir halk –RD-) ile ya da Berberiler ve Araplar aynı sorunları yaşıyor. Yani artık manipüle edilmeye dur demeliyiz.
“Tekrar eski günlerdeki gibi yaşayabiliriz” noktasına gelebilmek için nasıl bir yol veya yöntemin izlenilmesini öneriyorsunuz?
Bugün kitle iletişim araçlarınız var. Bunlar bir zamanlar yoktu. Ben, Türkiye’de eskiden yaşananlara, özellikle de Ermenilere ilişkin, tarihi tanıklıkları çok okudum. Sonra Ermeniler ve Kürtler arasında yaşananlara dair… Sonra bir gün bir Fransız generalin bir kitabına denk geldim, 1905 tarihinde yazılmış. Ermenilere karşı nelerin yaşandığına anlamaya çalışmak için yapılmış bir soruşturmaya dair bir kitap. Sonuç değerlendirmesi çok ilginçti. Sonuç bölümünde diyor ki, Jön Türklerin olmadığı ama sadece Osmanlı subaylarının olduğu hiçbir yerde katliam yaşanmadı. Jön Türklerin varmasından sonra her şey değişti ve bir katliam yaşandı. Kemalizm Türk topraklarını saf, arı bir hale getirmek istiyordu. Avusturya-Macaristan imparatorluğunun yıkıldığı dönemde de (Balkan Savaşları) katliamlar yapıldı.
Filistin’i konuşalım biraz. Filistin’de ya da Filistin’in dışında hala güçlü bir direniş hareketinden bahsetmek mümkün mü?
Tabii ki, medyanın kurbanı olmamak gerekir. Doğru teşhis koymamız gerekiyor. Gazze’de yaşananlar çok önemli. Filistinliler sınırı geçip kendi eski yurtlarına gitmek için hayatlarını verdi.
ABD Başkanı Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etti ve yine Golan Tepelerine ilişkin açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz?
Her hâlükârda Trump, ABD ve diğer NATO üyesi tüm ülkelerin yasaları, Suudi Arabistan’da, Katar’da, Arap Birleşik Emirlikleri’nde işliyor. ABD’nin müşteri listesindeki devletler etkileyici! Tabii bir de Mısır da var. Bu durum Filistin topraklarını küçük parçalara ayırdı… İsrail, tarihi Filistin topraklarında sayısız sömürgeler kurdu. Bunu ABD ve birçok Avrupa ülkesinin yardımı ve koruması altında yaptı. Bugün Fransa ilginç bir biçimde anti-Semitizm ile anti-Siyonizm arasında bir farkın olmadığını düşünüyor. Bu, çok sayıdaki anti-Siyanist Yahudi hareketi görmezden gelmek, hakaret etmek anlamına geliyor.
İçerden doğru aktörler de buna dahil mi?
Tabi ki evet, Mahmud Abbas da İsraillilerin hizmetinde.
Peki, nasıl eski duruma geri gelinecek?
Bu hemen yarın olmayacak. Apartheid’ten çıkmak biraz zaman alır. Filistinlilerin Gazze’de yaptıkları gerçekten de hayranlık uyandırıyor. Tabii bu pahalıya mal olsa da eğer yağmalanan toprakları geri almak istiyorsak… Eğer haritaya bakarsak, İsrail’in Batı Şeria’daki sömürgelerine bakarsak bana öyle geliyor ki iki devletli bir çözümden bahsetmek pek mümkün değil. Filistin’de Apartheid’in sona ermesini talep etmeliyiz.
Uluslararası kamuoyunun tepkisini nasıl yorumluyorsunuz? Bu sesi duyuyorlar mı?
Huntington’un iddia ettiği gibi bir medeniyet çatışması yok. Medeniyetler ve kültürler birbirini etkiler fakat birbiriyle savaşmazlar. Hiçbir kültür, medeniyet, özellikle de yaşadığımız küreselleşmiş dünyada, kapalı bir çevrede yaşayamaz.
Bu çok da önemli değil. Asıl olan bunun aktif ve canlı kalması. Filistin’deki bu durumu değiştirecek olan uluslararası kamuoyu değil, Filistinlilerin verdiği mücadele ve bedeldir. Bu bütün bölge için de geçerli. Şimdi kitle iletişim araçları var, bu önemli. Sonrası Çinler, Ruslar ve İranlılar var. Filistin’de insanlar savaşıyor. Cezayir sisteme karşı savaşıyor. Irak’ta bir şeyler oluyor, ki şunu belirtmek lazım, Suriye ve Irak bir ozmos aşamasındalar ve bu da iyi bir şey. Ve İran Amerikan hegemonyasına karşı duran tek direniş gücü.
İran direnebilecek mi ve nasıl?
Şu ana kadar direndi. Ve unutmamak lazım ki bütün ambargoya rağmen çok gelişti, özellikle de bilim ve teknoloji alanında ve yine askeri anlamda. Nitekim bu durum Arap ülkeleri için geçerli değil.
Sizce Filistin meselesinin birazda Suudi Arabistan ve İran lehine kenara itildiğini söyleyebilir miyiz? İkisi bölgede kendisini mi dayatıyor?
Batının Ortadoğu’da giderek artan son derece saldırgan varlığı söz konusu, nitekim Suriye bunu ödüyor, çünkü Suriye bu giderek artan, ilerleyen politikaya karşı karşıydı. Fakat İran ve Suudi Arabistan bölgede iki güçlü rakip. Bugün birçok şey daha farklı, çünkü bir şekilde Suudi Arabistan’a dayanarak politik sonuçlar yaratan NATO’yu dengeleyen Rusya, Çin ve BRICS var bölgede.
Bölgede gerek DAİŞ, Batı veya yerel silahlı bazı güçlerin özellikle de tarihi ve kültürel mekanları hedef alması nasıl okunmalı?
Tarihi ve kültürel mekanları yağmalamak, antik nesneleri yağmalamak veya bunları çalıp uluslararası pazarda satmak bir ülkenin tarihini silmektir. Amaç budur. Mesela Mekke’ye bakın. Muhammed peygamberin yaşadığı evin nasıl yıkılıp yerine lüks otellerin yapıldığına bakın. Bu gerçekten de üzücü bir durum.
Ortadoğu’ya özgü “bir şiddet kültürünün” olduğunu düşünüyor musunuz?
Hayır, düşünmüyorum. Son yılları ele alalım, şiddeti öncelikle 2003’te Irak’ı işgal eden ABD uyguladı ve burada bu şiddeti yönetti, kontrol etti. Veya NATO’nun Libya’ya karşı, İsrail’in Filistinlilere karşı ya da Suriye’deki hedeflere karşı yaptığı şiddettir. Veya Yemen ki hiç kimseye düşmanlık yapmayan bir ülkeydi. ABD ile doğrudan bağı olan bazı Arap devletleri şiddete bulaştı, özellikle de Suudi Arabistan. Şiddet kültürü daha çok ABD’den doğru gelen bir şey. Kendi kovboylarının “sömürülmeleri” ile ilgili yaptıkları sayısız filmlere konu olan yerli halklara uyguladıkları soykırımı da unutmamak gerekiyor. 1973’te demokratik yollarla Şili Devlet Başkanlığına seçilen Salvatore Allende’i nasıl soğukkanlılıkla öldürdüklerini de unutmamak gerekiyor ve daha sonra buraya kanlı Pinochet diktatörlüğünü nasıl getirdiklerini de unutmamalı. Huntington’un iddia ettiği gibi bir medeniyet çatışması yok. Medeniyetler ve kültürler birbirini etkiler fakat birbiriyle savaşmazlar. Hiçbir kültür, medeniyet, özellikle de yaşadığımız küreselleşmiş dünyada, kapalı bir çevrede yaşayamaz.
MA / Rüştü Demirkaya
22.04.2019
http://mezopotamyaajansi.org/search/content/view/55091?page=1&key=219b4818c0e8f6d61e365af65a0395b2